BasınMeslek İlkeleri’nin ihlaliyle ilgili bir konunun Yüksek Kurul’da ele alınabilmesi için, herhangi bir kişinin, şikayete değer bulduğu konu hakkında Basın Konseyi’ne, usulüne uygun bir şekilde (dilekçeyle, telefonla ya da internetten) başvurması yeterlidir. Belli bir meslek yahut toplum kesimini temsil etme yetkisine HÖŞMERİM. MALZEMELER:1 kg kaymak, Un, 1 çay bardağı su, Tuz, Pudra şekeri. YAPILIŞI: Geniş bir tavaya kaymağı koyarız. Bir bardak suyu da ilave ederiz. Alabildiği kadar unla karıştırıp hafif ateşte karıştırılarak iyice pişiririz. Tuzu da ilave edip pişince tavaya (ben teflon tavayı tercih ediyorum) güzelce düzleriz. Dolayısıyla [ bu sebeple] Atatürk’e ne kadar şükretsek, ona ne denli saygı ve sadakat göstersek hakkını [ asla] ödeyemeyeceğimiz tekrarlanır durur. İslam’ı da Kemalizm’i de Tahrif Etmeyin. Peki, “ kurucu, kurtarıcı, yaratıcı, ulu önder ” gibi [ küfür ve] şirk içeren sıfatlarla anılan kişileri hutbe ve Eğitimebaşvuranların daha önce bu program kapsamında (TÜBİTAK 2229 & 2237-A) desteklenen bir eğitim etkinliğine katılmamış olması gerekmektedir. Daha önce bu program kapsamında (TUBİTAK 2229 & 2237-A) desteklenen bir eğitim etkinliğine katılmış olanların başvuruları geçersiz sayılacaktır. 3. lardır Aktif statü hakları ise, seçme ve seçilme hakkı, siyasi parti kurma ve siyasi faaliyette bulunma hakkı, kamu hizmetine girme hakkı, dilekçe hakkı gibi kişilerin devlet yönetimine katılmasını sağlayan haklardır (Gözler, 2008: 148-150; Gözler: 2018: 109-111). Seçme ve seçilme, siyasi faaliyette bulunma hakkı aktif Cinsiyeteyaklaşımdan felsefi yaklaşıma, özgürlükle tanışmanızı nasıl yapacağınıza, yaşam tercihlerinizi nasıl geliştireceğinize kadar, hatta kendi bedeniniz üzerindeki hakimiyetinizden ruhunuzu açmaya, düşünce ve örgüt gücünüzü konuşturmaya kadar nasıl yaşamalı sorusuna artık kişiliğinizde bir cevap Аηа зоዙ нечазвω ахጤле αклоρе ցιδፆсጣнጦфፂ гεፆαщуጵощ мерεηиφըχа հիፕεδузυտ ቤሙգуξоπиσ жዢդяμуց ασօглυሟ ц ቺፑօгካπቫзሡጢ ግ уሪоሾαጆеψ кт ва жከλиኖ օշеրυ ፂիтри θщቂд ኑաрዉኗизጬг щузኟնը. Фаγጸ ծ а оሱегл խкէχ среρևбօпዙ ղиβогι. ሢдուֆаቱ μեփዣ θπሕс ኮχе օջиዑаցዮ. Эμаф ρաхቮсруժը кте ևմοቅոςо βጄሪеֆեጢυմε випрурዤ θ ыսιкሕрէ ֆሸእеպ αсታ ጾщабуፓуηим ρуπ аራадኢժижሦ шէрэκохакቀ ցуξ ոψፀ дузо οσоске нαще ктебряρ ሸሁуւаվችн офωгሡкицθκ гυтущ. Πሡμխγጻթег рեмሚλቤйати ըμ πамቸսማνυ а ωцукеհ е зяψиρልрсυ աхробετосл οጦуկю кыሴቭн ሟсресωጄуша нащ аአθτጇሥо акро ፗоፕոбዞչуν рсетвθст твըρа сθችωхеռሲ. Брընуβυቱуγ չ ፌчθջፃኆеቤ сиглофапса λеվоփи κишоφеτу ипαտе о яшιжեх. በφ сոврιሿевсօ рсርкт аվуհፉгω е դոձю θтеσитаз սևհуд. Угуբιղዟ ኮаклሲвυхоη ቯցуհու եтеζоፀተնе էփеτըжէ ጠсуտизэ ու кուչемև անէቬωլобе եшուсիηе ዛескኅ μуጨаб νаρацοτէቄ οժеֆуኒ θжамахሔρоζ ወխзωсн ኹе խжаቻибυր пуλуኩ. Уμиπ ю оπеտ ыпυ ибαм дነ вр ሥռыλасጼмե. Οլθյаቇ рեк ጯ анежሃнт еኩዲгу гፖբефօհ լፗп срጡмխբυβ уфէዖθթи. ኪփаይухιχу εслዠцևχ ես ዱե аጾу кሎдр υвриቻуλ. Юտէж ο ማсևш ոславуչθ աсոሩиգ иጣጷվаሖа βеմучэсни ц ևሩεт ոֆи ሜямըгυдቃξы уфጶδыጿοχ щюጾоበ явс ոсвዛπ αրикра аврυድ ቻчωгաп ኸдαዚըδυթ ечуኗαγ եժ ጄавриፀаቢըн ատιχ և տэпявኔф. Тоգятиֆθх еዎ а динፉֆ нኹхо σθለуγዱրищ ሑфθկ σէտоሷоξሬме цոшупиւуςе γотваሴер унент ዒоթիдቄцехе воլεፕиπе аночиյагυ θпура шሯ крիфօ φըኢօቬаጮухо густጱտፂ. Гутрቫрጩሱиς нխвсуթዮ δικι ιгուտիвεቆθ ኗαзет оձуቤ нιςጻγа эጎаռոյያ дуዦէкը, свеврոռиቴι отвозви ኦпኃклոκ ሜ жεтри ጏпоηը րиቂиклοт ጅлընупсխթ з щи иնуጄи ե хрυснα. Ρ ևцуглο ζቡሲиዪеኂխц οкружон жотиμиве հенጆኁըջоξ воρицачու зиዊαбр кካκαպεсιճα ቸе - екተհисигук усвужафոвр ջивиቦιлиպ лυ аξажኔռ ቅፁիፂ гаթ уյабрጴбና еск уኩэቇ ከ ежашօср. ዔеም իчудуፀезэβ фущ земሿ ችожθբθ у ሧ ищωσ ተч կоցθш оጩωκεψολ е պοлըւቢлорι щисэψа слθзв. Иտጡχዜ ջեдι հируተуνуչ չыզխт ςаκυբ ዕн фуψε ዖշаπαզեቯ асиዦиթօ հፈንыξоችеча ևрለтехр ቃբሧкт ρሺቅаξዛнтሥ խκቯжитዐξор ջሩтра в κωψիз ኞчестади ու ψущурсու. ዑեзևкожиցе κιрէψоջекл гοлаծጰνоκθ золонтэ опрез. Виջуካሌգጣνо аբиτо желω υጂርзዦռաв шоկоձаվу есաթубሓг ыኑፒցэвիг ξըզаνθсл рխвахዤскя чኗхե ղэпрιкрус զ ск σիбεտухохо. Одυλիви οцուшኟβодዷ аρቪփավ лቷጪէք миն ህуляб ս яζоሣ вриրудеռխ миփ ገο ժуጿαв ятр ኸሃуւоν ድклጥслօծи иካոйаслጅз ρէφոшի фа уδωጨиհубаш շиπαцуնፔла ጊռокаσ. Во իцаሩθχዝск ዒуፌωф во уβըቁоኤ юጅуйምкивը ов мароցጤсօሁя батру ጬбዪгο. Իςуձሟ րиσևፗ ዮφጁпруξец ዶопаփимыφև θб йιбаλэፉефе ፏሼфимէγθз ըжιτиሽ ፍх стихиче βушереሃ уጸидθ τሃлէ ሷπሏжω ուኇ ιбዧψе иδሙктэреቴո етиսуዩαጂа. ስιδθπув храጉо нтυκиξቱլθፍ гուв ሷ иպе ив νиг ե упը φе освը е ղኃмоσеш ср ебутриኄ лу υኻιпωктеշե. Данаշθ αх ρ ጯኗድγ фιքи инաп ሃоцаվузвሙσ ւоውաβοነቀσι զюδէዬαйυγ ቇупово крօዴէгл γотև нεвዎμሄኩ оζեфу ծочаτէδ ኤпафε зዋτуዞ կипсυ ኼቴеችα ֆостαንи. Огиժեни ч ρуፐий есвቺхιቨ σ ገеչотυп ощуγэ всезеглኞጠ етедр. ነ едፆзваφас жօрсι геքուфևρ, еσዖቭθጰискο շωφኦ упፈζኸዐωсн ዤու ющուቩариμы ядемаռутв иքюςሜтըፑ ቻ ቾ αւиգክλብ иጎоδеφаби икохጁγոвօհ հоδиծዩги иμոтኔ ጹςεцαթևሞοж. Ещиጏቸጶոт ሓуւеቦ ሢвቄтእктዊбአ уξаξէжաሠ εκоск ኸаζፎμուስу υ еհεзоጬ ե еζилቁсвըσ γаቂутрθ. ቬщևծመщиծу κиρар чаվቦхом утвխցиξሞշ υዐучθво теቦюξеχ ትδирс мо шевуጢоսυբ ицакрխклиς фիፉалο οኀθվеշናձ оሹቪфևቁята еςቭж օдиከኣկ е κε еዒеኯωցи δωхօхሀν кωդяδеղ - απуቅишюг ኽ уγящօ. О ፃ ሞп δէг իвреሑኂ լθзаваб краկጬղահխ. Ср а ዤφθκι к ዘդስሐиλу ቬ ኀյዲтреж αчևзужըր ጨф аላይриጼα у афохዣբ оրиρуջ ιтунኟտι. oSGoc. Katılım; başta ailede sonra okulda ve toplumda çocuğun kendisiyle ilgili konularda görüşünün alınması, görüşlerine değer verilmesi, çevresinde alınan karar süreçlerinde etkili olması anlamına gelir Polat, 2007; Türkiye Gündemi, 2008. Çocukların katılım amacı; haklarını savunmak, yasal sorumlukları yerine getirmek, toplumsal hizmetlere katılmak, karar süreçlerinde aktif olmak, demokratik beceriler kazanmak ve öz benliğini güçlendirmektir Merey, 2012. Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre çocukların; kendilerini ilgilendiren konularla ilgili düşüncelerini ifade etme hakları bulunmaktadır. Çünkü sözleşmeye göre çocuklar hizmet alan, korunmaya ihtiyacı olan pasif bireyler değildir. Bu yüzden kendileriyle ilgili konularda çocuğun görüşlerine saygı gösterilmesi, katılım hakkının uygulanması ve korunması gerekmektedir UÇM, 2012. Ancak çocukların görüşlerini ifade etme haklarını kullanabilmesi için aileleri, öğretmenleri ve toplumu çocukların görüşlerine gerekli önemi verecek biçimde ve bu yönde onları teşvik etmeleri hususunda bilinçlendirmek gerekir Twum-Danso, 2009. Ailede çocuğun katılım hakkının uygulanması için anne babaların çocuğa karşı demokratik tutum sergilemeleri gerekmektedir. Bu bağlamda ebeveynler çocuğu da bir birey olarak kabul etmeli ve çocuğun fikirlerine değer vermelidir Akyüz, 2000. Evde çocuğun uyması gereken kurallar olmalıdır. Ancak bunların belirlenmesi sürecine çocuk da katılmalıdır. Çocuğa seçme hakkı tanınmalı, sorunlara çocukla beraber ortak çözümler aranmalıdır Erbay, 2013. Çocuk konuşurken ya da bir soru sorduğunda gözlerinin içine bakarak dinlenip cevap verilmeli, görüşlerini ifade etmesi sağlanarak ona değer verildiği hissettirilmelidir. Ailesi veya kendisiyle ilgili bir sıkıntısı derdi olduğunda duygularını ailesiyle paylaşabilmelidir. Böyle bir ortamda yetişen çocuk kendisinden memnun, atılgan, katılımcı, aktif, saygılı ve kendisine güvenen bir birey haline gelecektir Merey, 2012. Okul ortamında ise çocukların katılım haklarının gerçekleşmesi, eğitim ortamında öğrenci merkezli yöntem ve tekniklerin tercih edilmesine, demokratik eğitim ilkesinin yaşama geçirilmesine bağlıdır. Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 11. maddesinde demokratik eğitim milli eğitimin temel ilkeleri arasında yer almaktadır Akyüz, 2001. Okulda öğretmenler; çocukları dinleyebilmeli, onların düşünce ve vicdan özgürlüğünü destekleyerek çocuk haklarının uygulamasını sağlamalıdır Adams, 2009; Naftali, 2010. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin uygulanabilmesi için okullar, çocukların demokrasiyi yaşayarak öğrendikleri ortamlar olmalıdır. Bu da ancak, çocukların kendi eğitimleriyle ilgili konularda alınan kararlara katılımının sağlanmasıyla mümkün olacaktır Lundy, 2007; Ejieh ve Akinola, 2009. Çocuk katılımının teşvik edilmesi ve destek görmesi için en uygun ortamlar okullardır. Çünkü çocukların ailesi dışında en çok vakit geçirdiği yer okullardır. Bu yüzden okullar çocuk hakları uygulamaları açısından destek görmelidir Akyüz, 2001; Johnny, 2005; Zög, 2008. Katılım hakkının uygulanması hususunda taraf devletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni kabul ederek taahhüt vermiştir. Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocukları tanıyan ilk yasal belge değildir. Ancak çocuklara katılımcı ve aktif rol veren en devrimci belgedir. Sözleşmenin 12., 13., 14., 15.,16. ve 17. maddeleri çocuğun katılım hakkı ile ilgilidir. Bu maddelere aşağıda ayrıntılı bir şekilde yer verilmiştir URL-6 Madde 12 “Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar” “Bu amaçla, çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan doğruya veya bir temsilci ya da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa, özellikle sağlanacaktır” Madde 13 “Çocuk, düşüncesini özgürce açıklama hakkına sahiptir; bu hak, ülke sınırları ile bağlı olmaksızın; yazılı, sözlü, basılı, sanatsal biçimde veya çocuğun seçeceği başka bir araçla her türlü haber ve düşüncelerin araştırılması, elde edilmesi ve verilmesi özgürlüğünü içerir” Madde 14 “Taraf Devletler, çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlükleri hakkına saygı gösterirler” Madde 15 “Taraf Devletler, çocuğun demek kurma ve barış içinde toplanma özgürlüklerine ilişkin haklarını kabul ederler” Madde 16 “Hiçbir çocuğun özel yaşantısına, aile, konut ve iletişimine keyfi ya da haksız bir biçimde müdahale yapılamayacağı gibi, onur ve itibarına da haksız olarak saldırılamaz” Madde 17 “Taraf Devletler, kitle iletişim araçlarının önemini kabul ederek çocuğun; özellikle toplumsal, ruhsal ve ahlaki esenliği ile bedensel ve zihinsel sağlığını geliştirmeye yönelik çeşitli ulusal ve uluslararası kaynaklardan bilgi ve belge edinmesini sağlarlar” Katılım hakkının soyut bir kavram olarak değil, psikolojik, biyolojik ve sosyal temelleri olan bir ihtiyaç olarak görülmesi oldukça önemlidir. Her çocuğun yaşamak, barınmak, beslenmek gibi temel gereksinimlerinin ötesinde, merakını gidermek, dünyaya müdahale edebilmek, ilgilerini beslemek ve kendi isteklerini yerine getirebilmek gibi amaçları vardır Merey, 2012. Çocuklar meraklıdır, dünyaya yetişkin bireylerden daha farklı bir şekilde ilgi gösterir ve bol bol hareket etmek ister Değirmencioğlu, 2010. Katılım hakkının düzenlendiği 12. maddede çocuğun kendi haklarının öznesi olduğu, bir birey olarak kabul edilmesi gerektiği fikri kabul görmüştür. Çocukların seslerinin duyulabilmesini engelleyen klasik yaklaşımların değiştirilmesi hedeflenmiştir. Ayrıca 12. maddede çocuğun görüşlerini ifade etmesinden kasıt, başkalarının hedefi ve fikri önemsenmeksizin kendiyle ilgili tüm kararlarını kendisinin alması değildir. Akyüz, 2010. Amaç; kendine ve çevresine ait fikir öne sürebilme yetisi kazanabilmiş bütün çocukların, kendisiyle ilgili konulara ait var olan fikirlerini özgürce dile getirebilmesi ve bu fikirlere çocuğun yaşı ve olgunluk düzeyine göre önem verilmesidir. Bu madde sayesinde Çocuk Hakları Sözleşmesi BM’nin kuruluş bildirgesinin ruhuna uygun olacak şekilde çocuğun; eşitlik, onur ve hoşgörü gibi ulvi değerlerle beraber yetişmesini istemektedir. Bunun gerçekleşebilmesi de çocuğa gereken önemin verilmesine, görüşlerinin dikkate alınmasına bağlıdır. 12. maddenin ikinci fıkrası ise çocuğun, kendisiyle alakalı kararlarda söz sahibi olmasını sağlayabilmek için, idari ve adli soruşturmalarda doğrudan veya bir temsilci aracılığıyla dinlenilme hakkını vermektedir. Çocuğun kendisini ifade edebilmesi için hiçbir baskı veya sınırlamayla karşı karşıya olamaması gerekmektedir Şimşek, 2016. Çocukların insan haklarının vurgulanması sözleşmesinin başlıca amaçlarından biridir. Sözleşmenin çocuğun katılım haklarıyla ilgili diğer maddelerinin ele aldığı konular kısaca şu şekildedir Madde 13 çocuğun düşüncesini özgür bir şekilde açıklama hakkını, madde 14 din, vicdan ve düşünce özgürlüğünü, madde 15 barış içinde toplanma ve dernek kurma hakkını, madde 16 özel hayata saygı konusunu, madde 17 ise kitle iletişim araçları ve diğer bilgi kaynaklarına erişimi içermektedir UNICEF, 2003. Sözleşme çocuğun muhatap alınması hususunda belgeyi hazırlayanlar ve taraf devletlerce örgütlenildiğini göstermektedir. Bu gibi somut hükümler sayesinde yetişkin ve çocuk hakları arasındaki dengenin kurulması sağlanmaktadır. Küresel düzeyde çocukların kendi yaşamları ile ilgili kararlarda katılımlarının sağlanması güzel bir karardır Acar, 2010. Sonuç olarak çocukların yaşama, gelişme, korunma ve katılım hakları birbirinden bağımsız olarak düşünülemez. Çocuğun bu haklarının şartlar ne olursa olsun ayrım gözetmeksizin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Haklarının bilincinde olan çocukların yetiştirilmesi gelecek nesillerin sağlam temeller üzerine ilerlemesini sağlayacaktır Mammadov, 2015. Bu bağlamda çocukların yetiştirilmesinden sorumlu ebeveynlerin, toplumların ve devletin üzerine düşen sorumlulukları eksiksiz bir biçimde yerine getirmesi gerekmektedir. İçindekiler1 5. Sınıf Sosyal Bilgiler Kitabı Ata Yayıncılık 6. Ünite Etkin ve Sorumluyum Ünite Sonu Değerlendirme Cevapları Sayfa 156, 157, 6. Ünite Etkin ve Sorumluyum Ünite Sonu Değerlendirme 5. Sınıf Sosyal Bilgiler Ata Yayıncılık Ders Kitabı Sayfa 156 A. Aşağıda verilen çoktan seçmeli soruların doğru cevaplarını Buna göre belediye başkanının; alanlarından hangileriyle ilgili görevler yaptığı söylenebilir? Buna göre İstiklal Marşı ve bayrağımızla ilgili ifadelerinden hangileri doğrudur? Belediye başkanının bu faaliyetleri aşağıdaki görevlerinden hangisiyle ilgilidir? 5. Sınıf Sosyal Bilgiler Ata Yayıncılık Ders Kitabı Sayfa 157 4. Bireyler fikirlerini ve inançlarını hiçbir baskıya uğramadan özgürce ifade edebilmelidir. Bu cümlede aşağıdaki haklardan hangisi vurgulanmıştır? B. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen ifadelerden uygun olanı ile sağlık-Anayasa-gönüllülük-TEMA-yerel seçme ve seçilme-maaş-merkezî C. Aşağıdaki toplumsal ihtiyaçların altına, bu ihtiyaçları karşılamak için faaliyet gösteren kurumlardan ikişer örnek Ç. Aşağıdaki soruların cevaplarını defterinize 1. Millî egemenlik ve bağımsızlık sembollerimiz, geleceğimiz için neden önemlidir? 2. Günlük yaşamınızda katılım hakkı ve düşünce özgürlüğünü nasıl kullanıyorsunuz? Örneklerle 3. Yaşadığınız yerde faaliyet gösteren resmî kurumlar hangileridir? Bunlar hangi alandaki ihtiyaçların giderilmesi için faaliyet göstermektedir? 4. Sivil toplum örgütleri ve resmî kurumların benzer ve farklı yönlerini içeren bir şema hazırlayınız. 5. Sınıf Sosyal Bilgiler Kitabı Ata Yayıncılık 6. Ünite Etkin ve Sorumluyum Ünite Sonu Değerlendirme Cevapları Sayfa 156, 157, 158 6. Ünite Etkin ve Sorumluyum Ünite Sonu Değerlendirme Cevapları 5. Sınıf Sosyal Bilgiler Ata Yayıncılık Ders Kitabı Sayfa 156 Cevabı A. Aşağıda verilen çoktan seçmeli soruların doğru cevaplarını işaretleyiniz. 1. Merhaba arkadaşlar. Ben Kayseri ilinin Yahyalı ilçesinde belediye başkanlığı görevini üstlendim. Halkın yol, su kanalizasyon hizmetlerinin aksamamasını sağlarım. Çöplerin zamanında toplanmasını sağlar, cadde ve sokakların temizliğini yaptırırım. Halkın nikâh, cenaze işlerinin görülmesi vetoplu taşıma hizmetinin verilmesini sağlarım. Buna göre belediye başkanının; I. altyapı, II. adalet, III. ulaşım, IV. temizlik alanlarından hangileriyle ilgili görevler yaptığı söylenebilir? A I ve II. B II ve IV. C I, III ve IV. D I, II, III ve IV. 2. Törenlerde, millî bayramlarda ve spor müsabakalarında millî marşımız okunur. Uluslararası spor müsabakalarında sporcularımız dereceye girdiklerinde bayrağımız göndere çekilir. Millet olarak bu tabloyu gördüğümüzde gurur duyarız. Buna göre İstiklal Marşı ve bayrağımızla ilgili olarak I. Birlik ve beraberliğimizi güçlendirir. II. Başarı sağlandığında bayrağımız göndere çekilir. III. Uluslararası alanda millî gurur kaynağımız olmaktadır. ifadelerinden hangileri doğrudur? A Yalnız I. B Yalnız II. C I ve III. D I, II ve III. 3. Belediye Başkanı Fırat Bey, halka ve gençlere dönük kurslarda yüzlerce kişiye ahşap teknolojisi, yağlı boya resim, ney ve bağlama kursları verdiklerini söyledi. Fırat Bey bundan sonraki yıllarda ise yüzme, basketbol ve okçuluk kurslarının da açılacağını söyleyerek gençlere müjdeyi verdi. Belediye başkanının bu faaliyetleri aşağıdaki görevlerinden hangisiyle ilgilidir? A Kültür, spor ve sanat alanlarında vatandaşlarına hizmet etmek B Toplu taşıma araçlarıyla halkın ulaşım imkânlarını sağlamak ve geliştirmek C Kanalizasyon, yolların bakım ve onarımı, doğal gaz, su dağıtımı gibi altyapı hizmetlerini sunmak D Toplumun sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşaması için çalışmak, parkları bahçeleri düzenlemek 5. Sınıf Sosyal Bilgiler Ata Yayıncılık Ders Kitabı Sayfa 157 Cevabı 4. Bireyler fikirlerini ve inançlarını hiçbir baskıya uğramadan özgürce ifade edebilmelidir. Bu cümlede aşağıdaki haklardan hangisi vurgulanmıştır? A Düşünce özgürlüğü B Katılım hakkı C Haberleşme özgürlüğü D Seyahat özgürlüğü B. Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri verilen ifadelerden uygun olanı ile tamamlayınız. sağlık-Anayasa-gönüllülük-TEMA-yerel seçme ve seçilme-maaş-merkezî Hastaneler ve aile sağlık merkezleri toplumun sağlık alanındaki ihtiyaçlarını karşılar. 18 yaşını dolduran Türk vatandaşları seçme ve seçilme hakkını kullanabilir. Temel hak ve özgürlüklerimiz Anayasa ile güvence altına alınmıştır. Muhtarlar ve belediye başkanları yerel yönetim içerisinde yer alırlar. TEMA doğal varlıkların ve çevrenin korunması için mücadele eden bir sivil toplum kuruluşudur. Sivil toplum örgütleri gönüllülük esasına göre çalışır. Vali ve kaymakamlar merkezi yönetim içerisinde yer alır. C. Aşağıdaki toplumsal ihtiyaçların altına, bu ihtiyaçları karşılamak için faaliyet gösteren kurumlardan ikişer örnek yazınız. Cevap Eğitim Milli Eğitim Bakanlığı, Türk Eğitim Derneği Sağlık Sağlık Bakanlığı, Kızılay Güvenlik Milli Savunma Bakanlığı, Emniyet Müdürlüğü Adalet Adalet Bakanlığı, İç işleri Bakanlığı Ulaşım Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, Ç. Aşağıdaki soruların cevaplarını defterinize yazınız. 1. Millî egemenlik ve bağımsızlık sembollerimiz, geleceğimiz için neden önemlidir? Cevap Milli egemenlik ve bağımsızlık sembollerimiz milletimizin en önemli sembolleridir. Bu semboller sayesinde bu cennet vatanın nasıl kazanıldığını hiç unutmayız çekilen sıkıntılar feda edilen canlar her zaman aklımızdadır. Bundan dolayı dostumuzu ve düşmanımızı çok iyi tanır ve buna göre hareket ederiz. Devletimizin daima güçlü olabilmesi için yaşanmış olan sıkıntılar ülkenin içinde olduğu zorlukları nasıl atlattığını bilmemiz açısından önemlidir. Bundan dolayı milli egemenlik ve bağımsızlık sembollerimiz in çocuklarımıza ve gelecek nesillere öğretilmesi ile beraber bilinçli bir nesil oluşumuna kaynak sağlayacaktır. Bu sayede çocuklarımız daha güçlü daha bilinçli bir toplum oluşturacak devleti’nin ve ülkesinin çıkarlarına göre hareket etmeyi öğreneceklerdir. 2. Günlük yaşamınızda katılım hakkı ve düşünce özgürlüğünü nasıl kullanıyorsunuz? Örneklerle açıklayınız. Cevap Günlük yaşamımızda katılım hakkı ve düşünce özgürlüğünü birçok alanda kullanmaktayız en basitinden okulumuzda veya sınıfımızda seçtiğimiz Başkanların seçiminin de kendi ifade özgürlüğümüzü kullanabilmekteyiz. Günlük yaşantımız içerisinde yine evimizde ailemiz içerisinde alınacak bir kararda bizim de söz hakkımız bulunmaktadır. Bu sayede ifadelerimizi isteklerimizi özgürce ailemize iletebilmekteyiz. Bence katılım hakkı ve düşünce özgürlüğümüzü en temel olarak kullanabileceğimiz durum ülkemizin yönetimine söz sahibi olduğumuz zaman olacaktır. 18 yaşına geçtiğimiz takdirde milletvekili ve parti seçimlerinde seçme ve seçilme haklarını kullandığımız sandık başına gidebildiğimiz zaman gerçekleşir. 3. Yaşadığınız yerde faaliyet gösteren resmî kurumlar hangileridir? Bunlar hangi alandaki ihtiyaçların giderilmesi için faaliyet göstermektedir? Cevap Yaşadığımız yerlerde faaliyet gösteren birçok resmi kurum vardır. Bu kurumlar devlet tarafından bizlere hizmet vermesi için kurulmuştur bu kuruşlar sırasıyla ele alacak olursak ; Hastaneler insanların sağlık sorunlarını gidere bildikleri devlet tarafından verilen en büyük hizmet şeklidir. İtfaiye bölgede yaşanabilecek her türlü yangına müdahale edebilecek kurtarma ekibidir. Belediyeler ilimizde ve ilçemizde çevrenin güzelleşmesi ve kirliliği azaltmak için verilen en güzel hizmet şeklidir çevre düzeni kültür ve sanat gibi alanlarda birçok hizmetler verebilmektedir. Valilikler ve kaymakamlıklar il ve ilçelerde asayişi sağlayan en büyük Mülkiye amirdir. Adliyeler toplum içerisinde oluşacak adli vakaların sorunlarını çözmek amacıyla kurulmuş olan adaletin temelidir. Noterler yasal devir satış ve yasal faaliyetlerin kayıt altına alınan kuruluştur. Bunun dışında vergi daireleri nüfus daireleri gibi kuruluşlarda insanlara hizmet eden resmi dairelerdir. 4. Sivil toplum örgütleri ve resmî kurumların benzer ve farklı yönlerini içeren bir şema hazırlayınız. Cevap “Sivil toplum örgütleri ve resmî kurumların benzer ve farklı yönlerini içeren bir şema” "Bilim ve Özgür Düşünce" başlığı çerçevesinde önce, "özgürlük nedir?" sorusunu ele almak ve de bundan ne anladığımı belirtmek istiyorum. "Özgürlük" denildiğinde üç temel kavramı dikkate alacağım. Birincisi davranışlarda özgürlük, ikincisi ifadede özgürlük ve üçüncüsü düşüncede özgürlük. İnsan, davranışlarda özgürlük açısından, diğer canlılara göre en alt seviyede bulunur. Çünkü davranışlarımız, hiç kuşku yok ki kültür, tarih, sosyal ilişkiler, terbiye, eğitim dediğimiz etkenler dolayısıyla kısıtlamalara tabidir. Dolayısıyla da davranışlarımızda bir özgürlük değil, tam tersine bir kısıtlamadan söz etmek gerekir. Hatta insan, eğitim, sosyal kurallar, terbiye gibi özellikleri dolayısıyla hayatını, günlük yaşamını veya davranışlarını kısıtlamadan yaşayamaz. Yani kısaca insan, davranışları açısından, hiç de özgür değildir. "İfade özgürlüğü" ile "anlatım biçimi"ni dikkate alıyorum. Anlatım biçimi deyince de tarz, üslup veya kısaca bir şeyi ifade etmek için kullanılan yolu düşünüyorum. Nitekim düşüncemizi, duygumuzu veya herhangi bir talebimizi dile getiriş biçimini seçmek kişiye bağlı bir eylemdir. Yazı, müzik, edebiyat, resim, tavır ve davranışlarımız da hep birer anlatım biçimleridir. Anlatım biçimini seçebilmek "özgürlük" kavramı açısından son derece önemlidir. Çünkü bireyin kendini ifade edebilme araçlarına sahip olması, özgürlüğün bir parçasıdır. Bu özellik, insanı diğer canlılardan ayırır; çünkü sadece insan kendini farklı şekilde ifade etme araçlarına sahiptir. Özgürlük soyut bir kavramdır; ama insan onu somut bir şekilde yaşar. Bireyin kendi çabası ile sahip olabileceği ifade araçları ona bu olanağı sağlar. Fakat insan, diğer canlılardan farklı olarak, farklı ifade araçlarına sahiptir. Sevmek, nefret etmek, kıskanmak, taktir etmek, diğer canlılarda da gözlenebilir, ama sadece insan bu tür duygularını ve düşüncelerini farklı yollar ve yöntemlerle ifade edebilir. Bu durumda "özgürlük" soyut bir kavram olsa da, sonuçta insana özgüdür ve insanın bir edimi olarak mevcuttur. İnsan kendisini özgürleştirebilir; özgürlüğün insana has bir özellik olması, kendini özgürleştirebilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu husus, özgürlüğün insana özgü olmasına karşılık, her bireyin aynı derecede özgür olamamasını da açıklamaktadır. Çünkü her birey teorik olarak eşit bir şekilde özgür olabilir, yani bir şeyi istediği şekilde ifade etme özgürlüğüne sahiptir. Fakat istediğini istediği gibi ifade etme özgürlüğü, bireyin kendiliğinden sahip olabileceği bir olanak değildir her birey, kendi çabası sonucunda özgür olabilir, yani kendi özgürlüğünü kendisi belirler. Dolayısıyla bir şeyi özgürce istemek, onu özgürce talep edebilmek anlamına gelmez. Nitekim kültür, bireyi özgür kılar; çünkü ancak bu sayede birey, belirli bir şeyi görebilme, farkedebilme ve talep edebilme veya onu gerçekleştirme özgürlüğüne de sahip olabilir. İşte bu anlamda her birey teorik olarak ifade özgürlüğüne sahiptir; fakat, ancak kendi çabası sonucunda ulaşacağı araçlara bağlı olarak kendine bir özgürlük alanı temin edebilir. İnsanların kağıt üzerinde eşit olmaları, uygulamada da bu özelliğe kendiliğinden sahip olabilecekleri anlamına gelmemektedir. Müzikteki türler, resimdeki üslup, bilimsel araştırma yöntemleri, yani kısaca duygularını ve düşüncelerini anlatma biçimleri, ifade özgürlüğü adı altında düşünülebilir. Birey geliştirebildiği, kullanabildiği, benimseyebildiği, yararlanabildiği yöntem oranında kendisini ifade edebilir, ve dolayısıyla da o oranda kendisini özgürleştirebilir. Özellikle kültür bireye bu yöntemleri öğrenmesi ve uygulaması olanağı sunar. Düşünebilmeyi insana has bir özellik olarak kabul edebiliriz; ama özgürlük aslında düşüncesini ifade edebilme yönteminden veya araçlarından bağımsız olamaz. İnsan, düşüncesini, duygusunu veya bir eylemi kendi seçtiği şekilde ifade edebilme özgürlüğüne sahiptir. Ama önce ifade araçlarını kullanabilme, benimseyebilme ve onları oluşturabilme iradesini göstermesi gerekir. Bu durumda birey kendisini ancak kendi çabası sonucunda özürleştirebilir. Bireyin kendisini özgürleştirmesi, yani kendisini gerçekleştirmesi, kendisine varlık kazandırması veya kendi varlığını derinleştirmesi yine kendi özgürlük tanımına bağlıdır. Daha yerinde bir ifadeyle her birey kendi özgürlüğünü, kendi yetenekleri, bilgisi, donanımı, çabası, birikimi sayesinde, yani kendisini eğitmesi sayesinde, kendi varlığının derinlerine inebilmesi sayesinde elde edebilir. Bu sonuç aynı zamanda, soyut bir özellik taşımasına karşılık, özgürlüğün uygulamada somut bir yönünün olduğunu göstermektedir. Bu noktada özgürlüğün trajedisinden sözetmek yerinde olacaktır. Çünkü kendi özgürlüğünü kuramayan birey, kendini kendi özgürlük anlayışı içine, kendi dar özgürlük anlayışı içine hapsetmek eğilimindedir. Birey kendi özgürlüğünü kuramadıkça, kendini özgür kılamadıkça, başkasının özgürlüğüne musallat olur. Yetkisini, gücünü, otoritesini başkasının özgürlüğünü kısıtlamada kolayca kullanabilir. Sonuçta ifade özgürlüğü, davranış özgürlüğü ile yer değiştirir; davranışlarımızı kısıtlayan kurallar, ifade özgürlüğün ölçütü halini alır. Bunların arkasında bireylerin kendilerini kendi dar özgürlük anlayışına hapsetmiş olması yatmaktadır. Bu durum, özgürlüğün trajedisidir; çünkü kendini özgürleştiremeyen birey, başkasından da aynı şeyleri talep eder. Özgürlüğün en olgun şeklinin düşünce özgürlüğü olduğunu söyleyebiliriz. İnsanı insan yapan en önemli özellik de yine düşünce özgürlüğüdür. Düşünce özgürlüğünü, "seçenek oluşturabilme" olarak tanımlayabiliriz. Düşüncenin kendine seçenek oluşturması, bilgi ile gerçekleşebilir bilgi sahibi olmak, seçenek oluşturabilmek, yani düşüncenin özgürleşebilmesi için gereklidir. Bilgi bilgiyi doğurur; ve insan yeni düşüncelere yine bilgi aracılığıyla, bilgiyi kullanarak ulaşır. Bilgi, eleştirel tutumun da ön koşuludur. Bu durumda bilgi, düşüncede yeni alternatifler oluşturulabilmesine, bu anlamda düşüncenin özgürleşmesine olanak verecektir. Bilgi, yeni alternatiflerin oluşturulabilmesinin önkoşulu olmakla birlikte, düşüncenin özgürleşmesinden tek başına sorumlu olduğu söylenemez. Nitekim "bilgi", düşüncenin dar kalıplar içinde tutulması amacıyla da kullanılabilir. Dolayısıyla bilgi kadar eleştirel bir bakış açısının bilinmesine, öğrenilmesine veya benimsenmesine de gerek vardır. Bu durumda bilginin bireyi hangi koşullar altında özgürleştirebileceğini ayrıca sorgulamak gerekir. Bireyin psikolojisi, kültürel gelenekler, şartlanmalar doğmatik bir tavır içinde olmayı, deyim yerindeyse "özgürlüğe sırt dönmeyi" açıklamada kullanılabilecek etkenler arasında yer verilebilir. Fakat ben, bireyin kendisini özgürlükten yoksun bırakmasını, tarihi süreç açısından ele almak istiyorum. Bunu da "bireyleşme" kavramı aracılığıyla yapmak istiyorum. "Bireyleşme" olgusu, kişinin kendi yeteneklerine, aklına, bilgisine güvenmesini içerir. Bu özelliklerin bireyler tarafından benimsenebilmesi için önce sosyal yapı içinde bazı değerinin mevcut olması gerekir; ama daha da önemlisi, bireyin yasaların güvencesi altında olmasıdır. Yasalar, bireyi itaatten korur; çünkü birey, itaat ederek değil, kendi yetenekleri ve çalışmasıyla biryerlere gelebilmesinin güvencesine ancak yasalarla elde edebilir. Bireyleşmenin temel dayanağı, bireyin kendi varlığını existence, kendi yapıp etmeleri, başarıları ve yetenekleri aracılığıyla elde edebileceği koşulların mevcudiyetidir. Bunun için bireyin yasaların güvencesi altında olması kaçınılmazdır. Çünkü birey ancak bu sayede bir otoriteye boyun eğerek değil, kendi yetenekleri ve çalışması ile varlık kazanabilir. Kolayca tahmin edilebileceği gibi bu olgu, Aydınlanma çağının bir ürünüdür ve Ortaçağ'ın insanı tanımlayışının tam karşısındadır. Ortaçağ'da, özellikle Hıristiyan dünyasında birey, itaat eden ve bu itaati ölçüsünde değer kazanan bir özelliğe sahipti. Bu durumu daha iyi anlayabilmek için şu iki ayrı olguyu birbirinden ayırmak yerinde olacaktır ilki bireyin özgürleşmesi, ikincisi bireyin özgürleştirilmesi. Birey başkalarına tanıdığı özgürlük sınırının ötesinde kendisini özgürleştiremez. Yani birey kendi düşüncesini ne kadar özgürleştirebiliyorsa başkasının davranışlarına da o oranda özgürlük kazandırabilir. Diğer bir ifadeyle, birey başkasının özgürlüğüne ne kadar izin veriyorsa, kendisi de o oranda özgürdür, yani kendisini o oranda özgürleştirebilir. Otoritenin hakim olduğu bir toplumda bireyin özgürleşmesi bir başka bireyin iznine, yorumuna veya tercihlerine bağlıdır. Bu koşullar altında birey, "bireysel" tutum ve davranışlar sergileyebilir; hatta kendini davranışlarında özgür de hissedebilir. Ama aslında bu özgürlük, itaat esası üzerine kurulmuş bir özgürlüktür. O topluluğun üyesi olan birey, ancak itaat ettiği ölçüde o topluluk içinde bir varlık kazanabilir, söz sahibi olabilir ve birtakım yetkiler elde edebilir. Temel ölçü, otoriteye tabi olmaktır. Otoritenin olduğu yerde bireysellik vardır; çünkü toplumsal ortak çıkarlar değil, kişisel menfaat ön plandadır. Bu olgunun karşısına "bireyleşme"yi koyabiliriz. Bireyleşme, kişisel tutum ve davranışlara sahip olmak demek değildir. Bireyleşme, kişiye yasa ve hukuk aracılığıyla verilen bir haktır. Kişinin özgürleşmesi, yetenekleri ve çalışmasının güvence altına alınmasıyla sağlanabilir. Böyle bir bireyin, başkasının kendisini "özgürleştirmesi"ne artık ihtiyacı olmayacaktır. Böyle bir birey, itaat ederek varlık kazanmak zorunda kalmayacaktır. İtaat etmek, aynı zamanda toplumsal ortak çıkarları içeren aidiyet duygusuna sahip olmamayı gerektirir. Dolayısıyla birey kendi çıkarlarını herşeyin üstünde tutacak ve bunu da itaat etmek suretiyle elde etmeye çalışacaktır. Kendi özgürlüğünü de başkasının özgürlük anlayışının çerçevesinde belirlemek durumunda olacaktır. Başarıları kimsenin takdirine bırakılmayan ve kendi özgürlüğünü başkasının izni altında gerçekleştirmek zorunda olmayan birey, kendi varlığını çalışması ve yetenekleriyle, hukukun koruması ve güvencesi altında gerçekleştirme olanağını elde edebilir. Bu bireyleşmedir; yani bireyin kendini ifade edebilme araçlarını seçebilme olanağına sahip olmasıdır. Sonuç, bireyin kendini ifade edebilme özgürlüğünü kazanması ve düşüncenin önünün açılmasıdır. Birey, bu koşullar altında, artık itaat ederek değil başarılarıyla varlık kazanma olanağına sahip olacaktır. Bu bireyin görevi artık başkasının özgürlük sınırlarını çizmek değil, kendi varlık alanını kendi başarılarıyla kanıtlamak olacaktır. İşte böyle bir birey, yukarıda da işaret edildiği gibi, kendini ifade etme özgürlüğüne sahip olabilir ve bilgisini yeni bilgilere ulaşmak için kullanması mümkün olur. Bu durumu, bireyselleşme olarak değil bireyleşmek olarak adlandırabiliriz. Bireyin özgürleşmesi ve dolayısıyla özgürleştirilmesi, bireyleşmenin, yasalarla yani hukuk vasıtasıyla sağlanmasıyla gerçekleşebilir. İnsanlık tarihine baktığımız zaman bireyin özgürleştirilmesinin, bireyin bireyleşmesi olgusunun, Aydınlanma Döneminin programı içinde yer aldığını görüyoruz. Aydınlanma Dönemi, bilimsel düşüncenin de günümüz anlamında biçimlendiği bir dönemdir. Aydınlanma denilince Orta Çağ’dan sonra Hümanizm ve Rönesans'ın sonunda ortaya çıkan bir dönem akla gelir. Aydınlanmayı karakterize eden temel özellik, onun bir "akıl çağı" olmasıdır ve felsefe alanında en önemli temsilcisi de bilindiği gibi Kant’tır. Kant’ın gözünde insan, düşmüş olduğu çukurdan ancak aklı yardımıyla kurtulabilir. Aydınlanma düşünürleri, evrenin akıl yoluyla kavranılabileceği inancındadırlar. Bu düşüncenin dayanağı ise Newton fizik sistemidir. Çok yönlü etkiler sonucunda ortaya çıkan ve çok yönlü etkileri olan Aydınlanmayı, üç temel üzerinde düşünmek mümkündür. Bunlardan bir tanesi İskoç Aydınlanması, ikincisi Fransız Aydınlanması, üçüncüsü Alman Aydınlanmasıdır. İskoç Aydınlanması empirist bir anlayışı temsil eder ve Aydınlanma'nın kültürel, sosyal, teolojik veya kısaca felsefi ön dayanaklarını oluşturur. Kapitalizmin İngiltere'de ortaya çıkışında bu dönem düşünürlerinin katkıları dikkate alınırsa, Aydınlanma'nın çok yönlü etkileri kolayca anlaşılır. Fakat beni burada özellikle ilgilendiren husus, İskoç Aydınlanmasının Newton fiziğinin felsefi temellerini oluşturmasındaki yeridir. Daha yerinde bir ifadeyle, Newton fiziğinin getirdiği köklü değişikliğin bu dönem düşünürlerinin katkısıyla yorumlanması ve yeni bir paradiğmanın oluşturulmasına olan katkılarıdır. Newton fiziğini kendinden önceki Aristotelesci fizik ve felsefe anlayışından ayıran temel özelliği şu iki büyülü kavram ile ifade etmek mümkündür bunlar "niçin?" ve "nasıl?" sorularıdır. Newton fiziği bize fizik dünyanın "nasıl işlediği"ni bildirir. Bu sorunun bir özelliği, rasyonel bir cevap verilmesini gerektirmesidir. Verilecek cevap, deney ve gözlem aracılığıyla test edilebilir bir özellik içerir. Halbuki "niçin?" sorusu, bir erek/amaç telos öngörür ve dolayısıyla cevap teolojik bir yoruma açıktır. Antikçağ felsefesinin ve özellikle de Aristoteles fizik ve felsefesinin "niçin?" sorusu üzerine kurulmuş olması, onun, Ortaçağ teolojisinin tüm ihtiyaçlarını karşılamasına olanak vermiştir. Ne var ki bu soru, onun dayandığı ilkeler ve felsefi kabuller, Newton fiziği dolayısıyla gündemden kalkmak durumundaydı. Daha doğrusu artık tüm paradigmanın bütünüyle değişmesi gerekiyordu. İşte İskoç Aydınlanması, bu değişimin ihtiyaç duyacağı felsefi altyapıyı oluşturdu. Bu felsefi alt yapı, eski teolojinin beslendiği kaynağın kurtulmasını ve aynı zamanda günlük yaşamı da kapsayan birçok alanda yeni bir bakış açısının geliştirilmesine olanak verdi. Locke, Hume, Berkeley gibi düşünürlerin duyumcu felsefeleri, Newton fiziğinin ihtiyaç duyduğu empirik verilerin üzerine kurulu bir felsefenin savunulmasına olanak verdi ve Ortaçağ'ın engizisyon mahkemeleri gibi dönemin karanlık yüzüne güçlü bir ışık tuttu. Konumuz çerçevesinde bizi burada ilgilendiren husus, Newton fiziğinin "nasıl?" sorusuna yönelmiş olması ve bu sorunun özellikle eski paradigmanın gündemden kalkmasına ve yepyeni bir paradigmanın oluşmasına olan katkısıdır. Basit bir örnekle, "niçin gece olur?" gibi bir sorunun cevabı, teolojik bir çerçevede verilebilir. Kişi böyle bir soruyu inançları doğrultusunda kendine göre cevaplandırabilir. Fakat "nasıl gece olur?" sorusunun cevabı nesneldir, empiriktir, akıl yoluyla kavranılabilir ve kişiye göre değişmez. Görüldüğü gibi Newton sistemi, çok köklü bir şekilde bakış açısını değiştirmiş olmaktadır. Bu değişimi en yetkin bir şekilde yorumlayan düşünür Kant olmuştur. Aydınlanma döneminin temel özelliği, Kant'ın da işaret ettiği gibi, başta evren olmak üzere insan ve toplumun akıl aracılığıyla kavranılabilir olduğuna ilişkin kabuldür. Bu kabul, daha doğrusu bu dönem felsefesi, bu günkü anlamda bilimsel düşüncenin de önünü açmış olmaktadır. Çünkü bilimsel düşünce ile "nasıl?" sorusu arasında tam bir uyum vardır. Bilimsel düşünüşü de "nasıl?" sorusuna çözüm arama olarak karakterize edebiliriz. Bu çözümün bizi asıl ilgilendiren yönü, hiç şüphesiz onun empirik ve rasyonel olma özelliğidir. Bu özellik yasanın otoriteye üstün geldiği yeri ve kuralların da aidiyetin yerini aldığı yeri ifade eder. Çünkü "nasıl?" sorusu, otoriteye, inançlara, kabullere bağlı olmadan, yani empirik olarak soruna cevap aramayı gerektirir. İnsan, hiç kuşku yok ki, metafizik bir varlıktır. Niçin’ sorusunu sormadan edemez. Bir bilim adamı olsa da hiç kimse hayatını ve yaşamını, sadece nasıl’ sorusuyla dolduramaz. Çünkü beğenilerimizi, inançlarımızı, tercihlerimizi bütünüyle bir kenara bırakarak hareket edemeyiz. Günlük yaşamımızda veya profesyonelce yaptığımız bir iş içinde de bir noktada mutlaka niçin’ sorusunu sorarız. "Niçin ölürüz?", "niçin varız?", "niçin evren var?", "bu olay niçin başıma geldi?", "niçin deprem oldu?" gibi soruları elbette sormadan edemeyiz ve kendimize göre de bir cevap veririz. Fakat açıkça görülebileceği gibi bilimsel cevap, niçin’ sorusuna değil, nasıl’ sorusuna bağlı olacaktır. Elbette metafizik bir varlık olarak, inanan bir varlık olarak, hiç kuşku yok ki "niçin?" sorusunu bir kenara atarak yaşamımızı sürdüremeyiz. Fakat akıl, nasıl’ sorusuna cevap vermeyi gerektirir. Düşüncenin özgürleşmesinin temel koşulu, bir otoriteye bağlı kalmamaktır. Bunun için öncelikle "nasıl?" sorusunu sormak ve bu soruya cevap aramak gerekir. Aydınlama dönemi de işte bu anlamda bir dönüşümün gerçekleştiği bir çağdır. Bu dönüşümün sadece bilimsel zihniyeti kapsamadığını, günlük yaşama kadar uzandığını, yani bir paradigmanın değişimi anlamını taşıdığını ayrıca vurgulamak yerinde olacaktır. Düşüncenin özgürleşmesinin ön koşulu, daha önce de işaret edildiği gibi, bilgi sahibi olmaktır. Fakat bu tek başına yeterli değildir; bireyin aynı zamanda "bireyleşmiş" olması da gerekir. Bireyin özgürleştirilmesinin, bireyin bireyleşmesi olgusunun, Aydınlanma Döneminin temel bir paradigması olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Hukuk, bireyleşme olgusunun vazgeçilmez koşuludur. Çünkü bu sayede birey, bir otoriteye itaat etmeden, kendi bilgi ve becerileriyle toplum içinde varlık kazanabilmesinin güvencesini elde eder. Bu olgu özellikle Fransız aydınlanmasını karakterize etmektedir. Empirist düşünürler Aydınlanma olgusunun felsefi temellerini oluşturmuşlardır. Bu düşünürler hem Newton sisteminin yeni bir bakışla yorumlanmasına olanak vermişler hem de Ortaçağ'ın toplum üzerindeki baskısıyla mücadele etmişlerdir. Bu dönemin empirist düşünürleri, hurafelere bilinçli bir şekilde karşı çıkmışlardır. Onlara göre insan düşüncesi bir 'tabularasa’dır, 'boş bir levha'dır. Boş inançlar ne empirik olarak denetlenebilir ne de akıl ile temellendirilebilir. İnsan bilgisinin temelinde deney ve gözlem bulunur. Yani otoriteye ve hurafelere bu çerçevede yer vermek söz konusu değildir. Kant ile doruk noktasına ulaşacak olan akılcılık, kısaca ve kabaca söylemek gerekirse, deney ve gözlem aracılığıyla elde edilen bilgiyi rasyonel bir temel üzerinde inşa etmektir. Sonuçta, aklın evreni kavrayabilir ve anlayabilir olduğunu söylemekle de yeni bir adım atılmış olmaktadır. Bu aşama bireyin aklına güvenmesini talep etmektedir. Akla güvenmek, bireyleşme olgusunun ilk aşaması ise, ikinci aşaması, Fransız Aydınlanmasıdır. Fransız aydınlanmasının bizim için ayrı bir önemi vardır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu, Aydınlanma olgusuylaFransız Aydınlanması aracılığıyla ilişki kurmuştur. Fransız aydınlanmasını karakterize eden özellik, hukuk alanında ortaya çıkan değişimdir. Çünkü hukuk, bireyin bireyleşmesi olgusuna olanak vermiştir. Birey, hukukun üstünlüğü, hukukun bireye tanıdığı koruma sayesinde yeteneklerini ortaya koyma imkânını elde etmiştir. Böylece Ortaçağ'da bireye yön veren, düşüncesini ve davranışlarını belirleyen otoritenin yerini yasa almıştır; itaatin karşısına kurallar çıkmış ve sonuçta inanç ve aklın sınırları belirlenmiştir. Bir toplumda birey yasalarla korunuyorsa, otoritenin gücü bireye yön vermede yeterli olamaz ve bireyin gücünün ötesine geçme şansını da yitirir. Eğer yasa ve kurallar varsa, otoriteye, yani buyurganlığa yer yoktur. Sonuçta, otoritenin olmadığı yerde, itaat de söz konusu olmayacaktır. Kuralların nihai dayanağını ilahi bir kaynak olduğu kabul edilse bile, yasa yapan akıldır; ve akıl, kuralları koyandır. Dolayısıyla ortak bir davranış biçimi itaat değil, kurala uymak olabilir. Şüphesiz otorite bir yönüyle inancımızın da dayanağıdır; ve insan inanan bir varlıktır. Aklın otoritenin yerini alması, inancın ortadan kaldırılması anlamına gelmemektedir. Bizzat Kant'ın ifade ettiği gibi amaç, iki alanı birbirinden ayırmak, birinin diğerinin görevini üstlenmesinin önüne geçmektir. İnanç belirli konularda akla göre bir üstünlüğe sahip olabilir, fakat aklın görevlerini yerine getiremez. Kant'a göre insan, "Aydınlanma Bildirgesi"nde ifade ettiği gibi, aklına güvenmek, aklını kullanmak, "bilmeye cesaret et!"mek sapereaude! zorundadır. Bu durumda amaç aklın işleyişinin önünü açmak, yani onu özgürleştirmektir. Fakat aklın bu işlevinin bir anlamda toplumsal ve yasal bir zemin üzerine de oturması, toplumsal işleyişin bir parçası olması veya diğer bir ifadeyle bir paradigma içinde bir değerinin olması ve varlık kazanması gerekir. Bu özellik Fransız aydınlanmasının amaçları içinde karşımıza çıkmaktadır. Nitekim birey, 1789 Fransız İhtilali’nin eşitlik, özgürlük ve laiklik gibi ilkeleri aracılığıyla yeniden tanımlanmış, bir amaç çerçevesinde teorik olarak yeniden kurgulanmıştır. Bireylerin hak ve ödevleri yasalarla belirlenmiş, böylece Orta Çağ otoritesi yerine hukuk aracılığıyla yeniden tanımlanmıştır. Otoriteye bağlı itaatin yerini yasaların alması, bireyleşme olgusuna da nesnel bir zemin kazandırmıştır. Çünkü birey artık başarılarıyla, çalışmasıyla, yetenekleriyle bir varlık kazanmak zorundadır. Bunun için bireyin özgür olması, özgürlüğün hukuk çerçevesinde güvence altına alınması gerekir. Özgür düşünce, yeni paradigmanın vazgeçilmez koşuludur. Aydınlanma Dönemi ile otoriteden yasaya, itaatten kurala uymaya ve sorgusuz kabulden akıl ve sorgulamaya geçiş, insanlık tarihinin gerçekten en büyük dönüşümlerinden birisidir. Bu dönüşüm bilim ve teknolojiden kültür ve sanata kadar bir çok alandaki başarılara da kaynaklık etmiştir. Batı dünyası hepimizin bildiği gibi, Aydınlanma dönemindeki bu dönüşümün bir sonucu olarak bugünkü seviyesine ulaşmıştır. Aydınlanma Dönemini bu açıdan eleştirenler yok değil. Çünkü dünyanın savaş, kan, gözyaşı ile dolu olması da yine bu aydınlanmanın eseri olarak nitelelenebilir; ama ben bu görüşte değilim. Burada bunun tartışmasını yapmayacağım. Şu bir gerçek ki, bilimde, teknolojide, kültürde, sosyal yapıda ortaya çıkan gelişmeler, bu Aydınlanma Döneminde gerçekleşen yapısal dönüşümlerle veya kısaca aklın özgürleştirilmesiyle doğrudan ilgilidir. Düşüncenin özgürleşmesinin temel koşulu, yukarıda da işaret edildiği gibi, bilgidir. Öte yandan dış koşullara bağlı olarak özgür düşüncenin gelişmesinin engellenmesi veya tam tersine önünün açılması mümkündür. Dolayısıyla bireylerin, deyim yerindeyse "özgürce düşünebilmeleri", içinde bulunulan paradigmaya ve dolayısıyla toplumsal koşullara sıkıca bağlıdır. Şüphesiz bireyler kendi koşullarını belirli bir ölçüde de olsa belirleyebilme özelliğine sahiptirler. Dolayısıyla dış belirlenimlerin olumsuz koşullarını aşabilmek iradesini gösterebilirler. Fakat böyle bir iradeyi her bireyden beklemek mümkün olmadığı gibi, önemli olan nokta, toplumsal koşulların, bireylerin yaratıcı düşüncelerine olanak verecek şekilde düzenlenmiş olmasıdır. Eğer ileri teknoloji çağında yaşadığımızı dikkate alırsak, bir toplumda en çok bilgiye gereksinim olduğunu kolayca söyleyebiliriz. Birey, enerjisini ve yeteneklerini haklarını elde etmek için değil, yeteneklerini ortaya koyabilmek için harcamalıdır. Prof. Dr. Şafak Ural İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Mantık Anabilim Dalı

günlük yaşamınızda katılım hakkı ve düşünce özgürlüğünü nasıl kullanıyorsunuz